Manganelli anımsatıyor: Büyük İskender bu günkü Lübnan’da yer alan Tyros’u kuşattığında beklemediği bir dirençle karşılaşmış. Kuşatmayı kaldırmaksızın ordusuyla dinlenmeye çekilen İskender, kuşatmayı kaldırmak ve yenilgiyi kabul etmek fikrinin ağır ızdırabı içinde sinsi bir uykuya dalmış ve o yorucu günün gecesinde bir düş görmüş. Düşünde gördüğü Yunan mitolojisinden tanıdığımız “Satir” (İngilizce ‘satyr’), şu insan-hayvan görünümlü, şeytan kulaklı yaratıkmış. Satir düşteki konukluğunda İskender’e öylece görünüp, sessizce durmak dışında bir şey yapmamış. Bu düşten kimilerince gereğinden çok etkilenen büyük komutan çareyi düş yorumcuda aramış...
Yorumcunun düşü okuması bir bilmeceyi düşünmek gibidir; tıpkı her bilmeceyi bir soran olduğunu düşünmemiz gibi, düşteki yaşantımızın da bizim için biri ya da birileri tarafından kurulmuş ve çözülmeyi bekleyen bir düzenek olduğunu düşünürüz. Çoğun bu düzeneği kuran ya Tanrı, ya da bilinçaltımızın o belirsiz orkestra yöneticisidir. Tanrısal bir esin arayalım ya da bilimce konuşup bilinçaltı diyelim... bir düşü düşünme biçimimiz hiçbir zaman bir çözüme kavuşma telaşından bağımsız olamaz. Düşler şöyle ya da böyle bir şey söyler bize; sözün içeriği boş gevezelik de olsa bir düşün söyledikleri bir bilmecenin bizden bekleyeceği türden bir çaba bekler adeta.
Yorumcu düşte görülen “satir” üzerine düşündükçe, bu sözcüğün eski Yunanca’da hem “satyr” hem de “satyros” biçiminde kullanıldığını yüksek sesle keşfetmiş. Henüz boş gözlerle kendisini izleyen İskender’e coşkuyla dönmüş, eğilmiş ve kulağına ilk heceyi sözcüğün kalan öbeğinden ayırarak fısıldamış: “Sa”, “Tyros”... Yani, “Tyros senindir”.
Ertesi gün Tyros düşmüş.
İskender’in kuşatmadaki ısrarını bir düşe bağlamasak da, bir düşle kurulmuş ilişkiye bağlamak aşırı olmaz. Düşten yola çıkan arayış, tıpkı zihnimizi denetimsizce kendi üstüne çekip duran bir fikri bumerang gibi umarsız dolaşır durur. Dolaştığımız yer elde kağıt-kalem bilincin en açık parkurları olabileceği gibi, kimi zaman bir bilinçaltı mazgalından esinle karışık esiveren ferah bir meltem gibi de duyulabilir. Sözlerden sözcüklere, harflerden seslere kadar, ne zaman edinildiği belli olmayan bir kavramsal tohum sanki başka başka köklere sirayet eder, filizlenir ve yepyeni bir fikri olanca görkemiyle karşımıza dikiverir: Orada bilmecenin yanıtı değilse de, arayışın keyifli bir ara durağı vardır...
(2.10.2006, Pts)
Comments