top of page
Ara
Balanuye

Uygar olmayan uygarlık sorunu


Suvar Hoca'nın* "felsefi metinler" dersinde karşılaştığımız iyi bir soruydu: Batılılaşma ve modernleşme arasındaki ilişki nedir?


Suvar, kavramsal berraklaştırmaya odaklanan bir felsefe yapma alışkanlığına yatkın, ancak bununla yetinmeyen bir düşünürdü.


"Analytic philosophy" olarak bilinen bu geleneğin kimi sorunlarla başa çıkmada kullanışlı olduğunu düşünürüm. Bu geleneğin İngiltere'deki yetkin temsilcilerinden biri sayılan Richard Peters "eğitim" kavramını böyle bir yöntemle berraklaştırmayı başarmıştı. Özetle, eğitimin bir endoktrinizasyon olduğunu düşünenlere, bu tür durumlarda sözü edilenin "eğitim" kavramıyla anlaşılamayacağını öğretmişti. Eğitim, kavram gereği, "daha iyilemek" zorundadır, bir başka deyişle, biri hem eğitilmiş, hem de eskisine oranla daha kötü (less flourishing) olmuş olamaz diyordu. Endoktrinizasyon olduğu apaçık görülebilecek kimi koşullamalarınsa, kavramlara duyarsız bir tutumla, alelacele eğitim sayıldığını, oysa her ikisinin aynı anda aynı yerde olmayacağını savlıyordu.


Ancak başka pek çok sorunda kavramların kökensel geçmişlerine bakmanın, gündelik kullanışları gözden geçirmenin ya da kavramsal içeriği imleyen sözcükler arasında çelişkileri göstermenin boşa kürek çekmek olduğunu görmek kolaydır. Suvar'ın sorusu bu türden bir soruna işaret ediyordu: Batılılaşma ve modernleşme arasında onlarca önemli ayrım bulunabilmesine karşın, bu ikisinin birbiri yerine kullanılması yönündeki yatkınlık her zamanki yerinde dimdik duruyordu. Üstelik, benzer kavramsal akrabalıklar arasından derlenebilecek başka pek çok sözcük de tuhaf bir biçimde aynı çekirdek çevresine çekiliyordu: Batılılaşma, modernleşme, çağdaşlaşma, gelişme, uygarlaşma...


Düşünsel yatkınlıklarımızın yoğun bir kültürel-politik hegemonya altında, uzun yıllarda şekillendiği, üstelik genetik kusursuzlukla sonraki zamanlara aktarıldığı bile düşünülebilir. Dahası, batılılaşmamış ama batıda yerleşik toplumlar (diyelim, Küba), ya da uygar olmayan uygarlıklar (politik beğeninize göre ABD ya da İran) bulunabilir. Ne var ki işimiz kolaylaşmış olmaz: Batılılaşma derken işaret ettiğimiz yaşam biçimi ve gündelik alışkanlıklar diğer tüm sözcüklerin anlam içeriğine sessizce sızar. Belli niteliklerin taneleşip birbirine yakın durduğu bu kavramsal salkım Latin Amerika, Orta Doğu ya da Uzak Doğu'nun moderleşirken, gelişirken, çağdaşlaşırken ya da uygarlaşırken zorunlu olarak batılılaşacağı izlenimi vermeyi sürdürür.


Bazı filozoflar bu tabloda şaşıracak bir şey görmezler. Özellikle Hegel ve Hegelciler endişelenecek bir şey de olmadığını düşünür. Onlara göre tüm yüksek değerlerin toplamını temsil eden ortak insanlık ruhudur (tin, us ya da bilinç) bu farklı sözcüklerin işaret ettiği kavramsal gerçek! Farklı yollardan da olsa en iyiye doğru olduğu görülen bir aynılaşmanın inkar edilemez bir dayatmasıdır bu. Ne mutlu!


Suvar'ın sorusu aslında "Hegel'den nasıl kurtuluruz?" sorusudur. Sahi, Hegel'den nasıl kurtuluruz?






* Suvar Köseraif (1998 yılında yitirdiğimiz, ODTÜ Felsefe Bölümü'nün 'Bartleby"si: Enrique Matas'ın Melville'in Katip Bartleby'sinden esinlenerek derlediği "yazmayı reddedenler" listesine güçlü bir aday.)


(14.08.2006, Pts)

9 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Bir beden nelere muktedir?

Uygarlığımız, "ben", "sen" ya da "o" diyerek işaret ettiğimiz varlıklara kısaca "bedenler" deme olanağını çoktandır elimizden almış...

Saçılmak: Bir ozan bilgeliği

O türkünün nakaratı şöyledir: Sen kalem ol ben kağıt, Yaz beni yarim yarim, Çiz beni yarim yarim, Çöz beni yarim yarim İnsanın "ben"...

İki kişinin bildiği

Yanlış olduğu oranda yaygın inanışlar nasıl gelişir? Yanlış oldukları apaçık değilse, belki? Doğru oldukları sanıldığından mı? Yanlış ama...

Comments


bottom of page