Uygarlığımız, "ben", "sen" ya da "o" diyerek işaret ettiğimiz varlıklara kısaca "bedenler" deme olanağını çoktandır elimizden almış görünüyor. Birine "beden" demek, onu bedenden ibaret saymakla eşanlamlı; bu da, peşinden, kişiyi olduğundan daha aza indirgemekle eşdeğer sayılır oldu.
Bu aymazlığın bu denli kemikleşmiş olmadığı iki bin dört yüz yıl önce ilk uyarı Democritus'tan, en güçlü uyarı da dört yüz yıl önce Spinoza'dan gelmişti. Sanırım beden kavramıyla ilgili Kopernik devriminin şimdilerdeki ismi Eugene Gendlin sayılmalıdır.
Amerikalı Filozof ve psikolog Gendlin, bir makalesinde şöyle diyor: Bilinçaltı dediğimiz şey bedendir. [Yani, bilincimiz, bilincinde olmayı bir türlü başaramadığımız bir bedenin etkisidir.]
Ürpertici olduğunu kabul etmeliyiz; bilinçli düşüncelerimiz, yargılarımız, seçimlerimiz ve başkaları... hakkında pek cahil olduğumuz bedenin birer etkisi mi? Eğer böyleyse bizler birer bedeniz ve beden oluşumuz kişi oluşumuzla bir ve aynı şeydir.
Arsız bir depresyona girdik, yemekten, arzudan, neşeden mi kesildik... Bedeni tanımayan bir terapist bize durmadan "olumlu düşün" diyecektir. Seanslar boyu dilsel bir temsil ağına katılıp grup terapisi deneyimleyecek, adeta dumanı dağıtarak sigaranın sönmesini umacağız!
Lawrence'ın o eşsiz karakteri Bayan Chatterly, romanın başlarında depresif bir kadının tüm özelliklerini taşır: "İçin için bir korku, bir boşluk, her şeye bir ilgisizlik gitgide bütün ruhunu sarıyordu!". Soylu ve sakat eşinin bilincinden kendi bilincine doğru gelen onca telkin kadındaki derin melankoliyi iyileştirmiyordu.
Romanın kalan öbeği, engelli bir eşin asıl engelinin fiziksel yetersizlikten çok, kendini salt bilinç saymasının hikayesidir. Kadının depresyonunu giderip onu arzuya-hayata çağıracak karşılaşma ise hoyrat bir koru bekçisinin neşeli bedeninden gelecektir...
Merleau-Ponty'yi anmanın tam zamanı: Bir bedene sahip değilim, ben bedenim...
[21.05.2009]
コメント