Üstüne ne gelse, ona ne çarpsa, sert ya da jöle… ses vermeyen bir gövde olduğu söylenir. Sesin ortaya çıkamayışında gövdeye dokunanlarda kusur aranır: Hafif oldukları, yumuşak ya da akışkan oldukları, belki de tam tersine, gövdeden habersiz, onun peltesinde hiçbir yansısı olmayacak birer çelik oldukları için…
Biçimsiz bu gövdeye ne çarpsa bir ses olurdu?
Sesiyle gelen bir başka gövde belki? Sessiz gövdede kaybolmadan hemen önce bir kuş cıvıltısı? Sessiz gövdede patlayan bir mayın?
Sesiyle dopdulu gelen o gövde, cıvıldayan kuş ya da fünyesi çekilmiş mayın… nerede serbest bırakır sesini? Vızıltı, cıvıltı ya da infilak, nereye çarpar? Tam olarak nerde "tam burada!" der?
Sessiz mevcudiyetini saklayan bu gövdedir işte, insanda aşkın olanağı. Aşk bu kadar olanaklı ve bu kadar olanaksızdır. Arzuyla dövülmüş bir gövdenin fikre dönüşmesi, fikirden ibaret oluşu, fikirde çözülüşüdür. Sessizliği çaresiz. Biçimsizliği mutlak. Gövde oluşu saklı…
(17.10.2007, Çar)
Comments